Umut içimizde ve çok derinde

author

VECDİ SAYAR

2021.11.07 10:34

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kurumları Osmanlı’yı ‘kitch’ bir yorumla sahneye taşırken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Halkı Tiyatroları ise günümüz sanat anlayışının en yetkin örneklerini seyirciyle buluşturuyor.

Umut içimizde ve çok derinde

Birkaç günlük bir İstanbul ziyaretinden izlenimleri paylaşmak istiyorum bugün. İstanbul’un sanat alanında hareketli günler yaşadığı günlere denk geldi bu ziyaret. Bir yanda, AKM’nin tekrar açılması, öte yanda yeni tiyatro mevsiminin oyunları, CRR’de birbirinden güzel konserler… AKM ile eşzamanlı olarak Galataport’un faaliyete geçmesi sebebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca tasarlanan ‘Beyoğlu Kültür Yolu Festivali’ çerçevesinde Beyoğlu’nun bambaşka noktalarında konser, söyleşi ve sergiler yer alıyordu. Galataport’un tanıtımına katkısının düşünüldüğü açık olan festivalin etkinlikleri arasında, ‘Monet&Friends’ dijital sergisi, Ali Akay’ın küratörlüğünde Kartografya Yayalara Ait Sergisi, Haldun Dostoğru’nun küratörlüğünde AKM’de açılan ‘Tekrar Modern Sanat’ Sergisi ile AKM’deki ‘Müzik Platformu’nda açılan ‘Bizdeki Dünya Dünyadaki Biz’ sergisi öne çıkıyordu.

NASIL BİR AKM?

AKM’nin açılışı, İstanbul’un sanat yaşamı namına kayda değer bir kazanım hiç kuşkusuz, ama Merkez’in nasıl kullanılacağı konusunda hemen şimdi bilgimiz yok. Merkezdeki mekânların programları, ulus sanat kurumları göre, kamusal bir işlevi gerçekleştirmek üzere mi tasarlanacak, yahut burası çokuluslu anapara kuruluşlarının, tanıdık olmayan şirketlerin ticari kaliteli gösterilerine kiralanacak bir ‘işletme’ye mi dönüştürülecek, daima birlikte göreceğiz. Kesinlikle, mekânların ulus sanat kurumlarına haftada birkaç gün görev edilmesi, bu arada hükumetin siyasi propagandasına hizmet eden ‘ihtişamlı’ gösterilerin düzenlenmesi ihmal edilmeyecektir. Hatta ne değin ‘demokratik’ bir anlayışa sahip olduklarını uygulamak için, mekânların özel teşebbüse de açık olduğunu açıklayacaklardır. Emrindeki fakat, uçuk kiralarla! Sonuçta, can yakan bilet fiyatları ile fiyakalı ‘sanat gösterileri’ ile karşısında karşıya kalmamız ihtimal dâhilindedir… Ama, gene de iyi ki açıldı AKM diyorum, çünkü önünde sonunda reel sahipleri ile ve hakiki seyircisi ile buluşacak AKM. Umut kapıda…

Çoktan konuşmamız gereken mesele şu: AKM’nin ideal ‘işletme’ modeli nasıl olmalı? Tümüyle halk sanat kurumlarına tayin edilmesi mi doğru, yahut siyasal yönlendirmeden ve ticari kaygılardan uzak, tarafsız ve ‘özerk’ bir komite kadar mı yönetilmeli? Bu kurulda, Kültür Bakanlığı, İstanbul Devlet Opera ve Balesi, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet Olağan Türk Müziği Topluluğu, İstanbul Devlet Tiyatrosu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, İKSV’nin birer temsilcisinin yanı sıra, görsel sanatlar, tiyatro, sinema, müzik (insanlar ve dünya müziği) alanlarından birer eleştirmen-küratör, kültür-sanat yönetimi uzmanlık alanından bir akademisyen, bir işletmecinin görev alması düşünülebilir.

NEREDE SİNAN’IN ZARAFETİ…

AKM’nin açılışından yansıyan işaretler hiç iç açıcı değil. ‘Sinan’ operası, siyasetin ve yetersizliğin kol kola verdiği bir gösteriye dönüşmüştü. Bir sanat kurumunun açılışı yayınlanırken ekrana Cumhurbaşkanlığı armasının, bununla da yetinilmeyip, Cumhurbaşkanının vesikalık fotoğrafının konulması nerede görülmüş?

Bağlı ancak, sanata siyasetin etkisi bununla sınırlı kalmamış, eserin yorumuna da nüfuz etmiş. Operanın kahramanının Sinan olmasını bekliyorsanız, yanılıyorsunuz. Kahramanımız, ‘Sultan Süleyman’. Sultanın inşaat hevesinin, Sinan’ın sanat dehasının önüne geçtiğini bildiren bir misafir etme bu. Opera eleştirisini uzmanlarına bırakacağım. Kendi payıma Hasan Uçarsu’nun bestesini beğendim, Gürer Aykal’ın yönettiği orkestraya, Serdar Başbuğ’un kostümlerine de diyecek yok, lakin Halit Refiğ’in ‘Koca Sinan’ senaryosundan yola çıkarak Bertan Rona kadar yazılan libretto ve Akıllı Sarayoğlu’nun ‘kitch’ sahne tasarımı… Olur Ya eseri sipariş edenleri tatmin etmiştir fakat bana can sıkıcı geldi. Sinan’ın o yalın tasarımlarındaki zarafetten hiç mi hiç nasibini almamıştı.

AKM’nin Tiyatro salonunda izlediğim İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı ‘Uçmak’ için de aynı şeyler söyleyebilirim. Yönetmen Hakan Çimenser’in ve oyuncuların emekleri bir yana, metni ve tasarımı ile günümüz tiyatro anlayışının fazla arkasında bir yapım, ‘Uçmak-Hezarfen Ahmed Çelebi’. Yazar Ömer F. Oyal, Hezarfen’e ilişkin ne varsa koymuş metnin içine. Dekor tasarımı da -birkaç sahne dıştan- ‘Sinan’da gördüğümüz ‘süslemeci’ anlayıştan nasibini almış. Kimi sahnelerde dekordaki yoğunluktan oyuncuları izleyemiyorsunuz.

MİNİMAL VE GÖZÜ KARA

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Halkı Tiyatroları’nda izlediğim oyunlar ise, bu karamsarlığımı dağıtan işlerdi. Modern tiyatro sanatında olup bitenleri yakından izleyen Genel Sanat Yönetmeni Mehmet Ergen’in repertuvar seçimi son derece başarılı. Oyunlar gerek içerik, gerekse biçim açısından birbirini bütünler nitelikte. Yerim elverseydi, herkes üzerine uzun uzun yazmak isterdim. Ne yazık ancak birkaç satırla özet çıkarmak zorundayım. Mehmet Ergen’in yönettiği ‘Veba’, Albert Camus’nün romanını sahneye taşırken, eserin özünü günümüzün ‘pandemi’ gerçeği ile buluşturan bir yorum getiriyor. Oyunun sahne tasarımı da aynı yalınlıkta ve işlevsellikte.

Serdar Biliş de, Euripides’in ‘Ifigenya’ trajedisini aynı bir yalınlık içinde sahnelemiş. Truva savaşından yola çıkarak, feda etmek, feda edinmek, kurban-iktidar ilişkisi üstüne düşündüren ve her dönemde ‘kurban’ olan kadının konumunu tartışan bir anlatı bu. Biliş, tragedyanın pek fazla unsurunu bir kenara iterek, üç oyuncu ve üç mikrofonla anlatıyor derdini.

Bilgesu Erenus’un ‘Yaftalı Tabut’ oyunu, Yelda Hakim’ın rejisi, Nihal Kaplangı’nın sahne ve kostüm tasarımı ile karşımıza geliyor. Erenus, 1920’lerden günümüze uzanan bir tarihsel kesitte ülkemizin ilk bayan tiyatro yazarı, komünist-aktivist Fatma Nudiye Yalçı’nın serüvenini, Yalçı’nın siyasi mücadelesini, aşklarını, hayal kırıklıklarını son derece ekonomik lakin güzel bir dille aktarıyor. Yazarı, tasarımcısı, koreografı ve oyuncu kadrosu ile bütün bir kadın yaratısı olan oyunda, arasında Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Nâzım Hikmet’in de olduğu bütün rolleri 7 bayan oyuncu üstleniyor. Geleneksel seyirlik oyunlarımızın biçemini çağdaş tiyatro anlayışı ile buluşturan ve edebiyat tarihimizin çok eksik bilinen bir sayfasını gün yüzüne çıkartan bu gözü kara ve etkileyici oyunda başarılı bir sınav veriyor Yelda Egemen.

umut-icimizde-ve-cok-derinde-941255-1.
‘Yaftalı Tabut’un yönetmeni Yelda Başat.

Genç yazan Şirin Gürbüz de benzer bir niyetle yola çıkmış. Bir ailenin 80 darbesinden günümüze uzanan öyküsünü anlatıyor. Öykünün merkezinde dönemin sol eylemlerinde öldürülmüş kardeşinin kemiklerini aramaya karar veren, bu kararında inat eden bir genç bayan var. Kayda Değer bir temayı ele bölge Gürbüz, dönemin siyasal atmosferini ve kahramanlarının ruh halini yansıtmakta beceriksiz kalıyor. Geriye Doğru, köşeye kıstırılmış, yitik bir kuşak betimlemesi kalıyor. Yönetmen Emre Koyuncuoğlu’nun anlatım çabası da fazlalıklar taşıyan sahne tasarımı ile zedeleniyor. Lakin, izlenmesi, tartışılması gereken bir oyun bu da… Kent Tiyatroları’nın repertuarındaki diğer oyunlarla, bilhassa “Ifigenya”, “Yaftalı Tabut”, “Antigone” ve “Ay Carmela” ile birlikte değerlendirildiğinde, Mehmet Ergen’in seçimlerinin nasıl bir tutarlılık ve tamlık oluşturduğu görülecektir.

Yorum yapın

SMM Panel PDF Kitap indir