Cumhuriyeti ve cumhuriyetin başarısını genelde ürettiği somut değerlerle ölçüyor, anıyoruz. “Demir ağlarla ördük Anayurdu dört her tarafta” satırına sığdırdığımız tekstil, şeker, demir-çelik, sırça, çimento, kâğıt, yağ, cephane ve tütün sanayi; tersaneler, elektrik üretim tesisleri, maden işletmeleri, yollar, köprüler ve barajlar onu inşa edenlerin, üretenlerin yok artık.
Cumhuriyetten kalan bütün bu bedensel miraslar onu düşürmek üzere örgütlenmiş karşıtlarına anapara oldu. Geriye bir tek “Cumhuriyet Kültürü” kaldı; satılamıyor, yıkılamıyor, teslim alınamıyor…
Cumhuriyetin kültürü tarikatların, vakıfların, medyanın, devlete ait/gayri devlete ait milis güçlerin, siyasi partilerin, üniversitelerin saldırısına karşısında tıpkı Kızılderili şefi gibi kendini savunuyor. Cumhuriyetin ayakta kalan tek kurumu kültür olmasına karşın “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür” sözünü galiba öyle geçerli bulmuyoruz. Ancak kaybedilen maddesel ve manevi değerlerin geri kazanılabilmesi cumhuriyet kültürünün savunulmasına, korunmasına, hayatta kalmasına bağlıdır.
“Cumhuriyet Kültürü” veya “Milli Kültür”, kültürü, kültürün en cılız halkası olan gelenek-görenek, örf, adet ve inançlardan ibaret sananların aksine yurttaşlar topluluğu olan kamu değerlerini ifade eder. Cumhuriyet, insanı edilgen (pasif) kul olmaktan kurtarıp, değiştiren ve dönüştüren kültür öznesi yaptı. İnsan, öznesi olduğu, üretimine katıldığı kültürün Et Balık Kurumu binası gibi yıkılmasına, herhangi bir devlet kurumu gibi ele geçirilmesine izin vermiyor. Saldırganlar, sapını altmış derecelik açıyla toprağa gömüp bekleyen şefin mızrağına kuşbaşı gibi diziliyor.
Tarikatların, cemaatlerin, şeyh ve şıhların fetvasına ve hatta vefat riskine rağmen kadın, kazandığı konumu koruyabiliyor; aşı karşıtlığı toplumda karşılık bulmuyor. Dini sembol ve simgeler, mesela tüm ihtişamına rağmen camiler, onları yapan/yaptıran ve içinde ibadet edenler için zeka kültürel manâ ifade etmiyor. Fetvalar kültürel normlar karşı etkin olamıyor. Sonunda imam çıkıp, olabilme şansı varmış da stratejik ya da taktik hataları engelmiş gibi “Eğitim ve kültürde başarılı olamadık” çağırmak zorunda kalıyor. Neden başarısız olduklarını anlayamıyor. Hâlbuki kültürel savaşın kültür üreticileri arasında olduğunu, kendilerinin kültür üretiminde bulunamadıklarını bir kavrama edebilse başarı şansları olmadığını da anlayacaktır.
İster sanat, ister zihniyet gelişimi, ister maddesel manevi imal, isterse de bütün bunları kapsayan üretim, tüketim ve yaşam biçimi olarak ele alalım kültürün mutlaka fiziksel bir altyapısı olduğu görülür. Herhangi bir üretimde bulunmayan, her zaman tüketen, gözü çalıp çırpmada olan Marx ve Engels’in deyimiyle “toplumun döküntüsü, firesi” lümpenler kültür üreticisi olamaz.
Kültürün özerk bir sosyal kurum olması nüfuz alanına giren herkesi etkiliyor: Kültürel üretime katılanlar özerkleşiyor, ahenk sağlayamayanlar pasifleşiyor, çatışmaya girenler hem kaybediyor ayrıca yozlaşıyor. Seçimden ve toplumun tercih hakkını kullanmasından korku eden, bütüncül özlemlerini her fırsatta açığa vuran kişinin meşruiyetini seçimde seslenmek zorunda kalması, ona bu çelişkiyi yaşamak zorunda bırakan kültür karşısındaki yenilgisidir. Şıhın bürokrat gibi sırtını devlete yaslamadan ayakta duramaması; cemaatlerin taraftar toplayabilmek için iş ve emekçi bulgu kurumu gibi örgütlenmesi; hayır kurumu olduğunu iddia eden dini vakıfların bağış toplayamadığı için sus payı edinmek zorunda kalması ise yozlaşma, kültürel dönüşüme ayak uyduramayanların kendini serseriliğe vurmasıdır.
Cumhuriyetin kutlanacak neyi kaldı demeyelim; kurumları çeşitli, idareli değerleri talan edilmiş olsa da kültürü yaşamaya devam ediyor. Toplum, dinin diliyle değil de her şeye karşın yargısını hukuk, ilişkilerini laiklik, tercihini demokrasi diliyle açıklama ediyorsa kutlamaya layık çok şeyler var demektir.
Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun…